Cumartesi Anneleri: Biz kayıp yakınları ülkenin en onurlu, en büyük ailesiyiz

Cumartesi Anneleri, bu haftaki eylemde 22 yıl önce, 25 Ekim 1995’te Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde yapılan askeri operasyonda evi hasara uğradığı için Tabur Komutanı Binbaşı Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulunan ve gözaltına alındıktan sonra öldürülen Abdullah Canan için adalet istedi.

'BİZLER ÜLKENİN EN ONURLU EN BÜYÜK AİLESİYİZ, KATİLLER EN LANETLİ EN KÜÇÜK AİLESİ'
İlk konuşmayı yapan Abdullah Canan’ın oğlu Tayyip Canan, babası gibi güçlü olmaları gerektiğini belirterek ailecek aldıkları karar sonucunda Yüksekdağ Hükümet Konağı ve taburu önünde oturma eylemleri yaparak Abdullah Canan’ın akıbetini sorduklarını ve karşılığında katliamdan sorumlu Binbaşı Mehmet Yurdakul tarafından 80 yaşındaki babaannesinin tartaklandığını aktardı.

Canan konuşmasına şöyle devam etti:

Katiller, bir bayram günü ağır işkencelerden geçirilmiş babamın cenazesini bir jandarma karakolu yanına bırakarak vermişlerdi. Cenazemizi bulduğumuza göre katillerin yargı önüne çıkartılıp yargılanmaları için delil bulmalıydık. Yargılanmalarını sağlamayı başardık, tutuklanıp cezaevine konulmasını sağladık. Ama gün geldi yargı üzerinde baskılar kuruldu. Tutukluluk kararına rağmen Binbaşı Yurdakul, mahkeme kararı olmadan tahliye edildi. O andan sonra düşündük ki, ne kadar deliller olsa da mahkemenin yapacağı hiçbir şey yok, bu katiller bir güç tarafından beraat ettirilecekti. Süreç düşündüğümüz gibi gelişti ve mahkeme tarafından da beraat kararı verildi, Yargıtay tarafından onandı. Bir avukat arkadaş yargılamayı yapan Ağır Ceza Mahkemesinin başkanının ''Vicdanım rahat değildi ama yapabilecek bir şeyim yoktu’ dediğini iletti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdığımız davada Yüksekdağ çetesi oy birliği ile mahkum edildi. Ve Abdullah Canan’ın Yüksekdağ çetesi tarafından katledildiği kararı verilmiş oldu. Neden oy birliği dediğimize değinmek istiyorum, AİHM Mahkemesinde Türkiye’yi temsil eden yargıçlar oy vermiş ve çekimser kalamamışlardır. Çünkü deliler bu yöndeydi.

AİHM’de yargılama devam ederken Dışişleri Bakanlığı’ndan bir hukuk müşavirinin kendisini aradığını söyleyen Canan müşavirin kendisine Yüksekdağ çetesini aklamak için açık çek teklifinde bulunduğunu aktararak şöyle konuştu:

Ben de kendisine ''Tarihe not düşülecek bir kararın AİHM tarafından alınıp bize yapılan zulmün belgesinin elimizde olması asıl amacımızdır’ diyerek bir daha aramaması yönünde kendisini uyardım.

Biz kayıp yakınları ülkenin en onurlu, en büyük ailesiyiz. Katiller ise ülkenin en lanetli ve en küçük aileleridir. Halk arasına çıkacak yüzleri bile yoktur.

Tüm kayıp yakınları önünde saygıyla eğiliyor, avukatımız Tahir Elçi’nin faillerinin de bir an önce yargılanmasını talep ediyorum.

'OHAL KAYIP DEMEKTİR, ÖLÜM DEMEKTİR, İŞKENCE DEMEKTİR'
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 17 aydır OHAL’in olduğunu ve 3 ay daha uzatıldığını belirterek başladığı konuşmasında, “OHAL kayıp demektir, ölüm demektir, işkence demektir. Gazetecilerin, akademisyenlerin, aydınların, milletvekillerinin hapiste olması demektir. OHAL yargının tüm kararlarının askıya alınması demektir. Yargının olmadığı bir dönemin adıdır. Bir insanın silah zoruyla kaçırılıp bir yerde tutulmasıyla, bir mahkeme kararına rağmen hapiste tutulmasının adı da hürriyeti tahlil suçudur.'' dedi. Tanrıkulu konuşmasına yargının olmadığı bir dönemde muktedirlerin halka rağmen savaşa, ölümlere karar verdiğini söyleyerek, “Biz her şeye rağmen savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı, zulme karşı adaleti savunmaya devam edeceğiz, umudumuzu hiçbir zaman yitirmeyeceğiz. Bu meydan bu toplumun, tüm vatandaşlarımızın vicdanı ve umudu olmaya devam edecek'' dedi.

'ADALETE YÖNELMİŞ YARGIÇLARA, HUKUK DEVLETİNE İHTİYACIMIZ VAR'
Basın açıklamasını Leyla Kaya okudu. Kaya açıklamaya “Adalete yönelmiş yargıçlara ve hukuk devletine ihtiyacımız var!'' diyerek başladı.

Abdullah Canan’ın Yüksekova’da gözaltına alındıktan sonra ağır işkencelerden geçirilerek yakın mesafeden atılan yedi kurşunla katledildiğini belirten Kaya, Abdullah Canan davasındaki 22 yıllık belirsizliğin son bulmasını talep etti.

Kaya şöyle devam etti:

Abdullah Canan’ın ailesi Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu. Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç savcıya verdiği ifadede: Abdullah Canan’ın taburda işkence ile sorgulandığını, tabur komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatıyla Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla öldürüldüğünü detaylarla anlattı. Albay Kanber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak ''Şubat 1996’da tabur karargahında Abdullah Canan isimli şahsı başı sarılı şekilde gördüm’ dedi. Bunlara rağmen Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1996 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı.

Kaya, AİHM’nin, Türkiye’nin yaklaşımını şaşkınlık verici bulduğunu aktararak “Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan’ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır'' diyen AİHM kararını tekrarlayarak, devletin sorumluluğu kabul etmesini ve Abdullah Canan’ı katledenlerin yargılanmasını istedi.