Prof. Dr. Sait Yılmaz
Prof. Dr. Sait Yılmaz - Yazar

İnsanlar yaşadıkça...

Kendi hayatını gerçekten yazabilirsen,

sonuna da sen karar verirsin.

Viking Atasözü

Hayatınız bir hiçten ibaret, halbuki başka türlü olabilirdi. İnsanlık tarihi boyunca pek çok insanın başına geldiği gibi; ailesiyle başa çıkamamış, kendini işine vermiş birisiniz. Hayatınız “iş” denilen, başkalarının hayatını kolaylaştırmak ve kazancını artırmakla geçiyor.

Küçük dünyanızın dışında size elini uzatacak bir akıl hocasıyla karşılaşmadınız. Diplomasız, belgesiz ya da size bir kapı aralayacak bir şeyiniz olmadan öylece kalakaldınız. Erkenden evlendiniz, yeni bir hayat için bırakıp gitmeye hiç bir zaman cesaret edemediniz.

Hiçbir zaman bağımsız bir insan gibi yaşayamadınız, sesinize kulak verilmedi. Başkalarının mülkü gibi yaşadınız ve hayatı hiç olan modern bir kölesiniz; kudretsiz ve köşeye sıkıştırılmış. Yaşamınızda doğru insanları ve doğru şartları bir araya getiremediniz.

Bütün hayatınız çocuklarınızı okutmak ve bir ev sahibi olabilmek için geçti. Şimdi çocuklarınız işsiz ve bu yüzden emekli olamıyorsunuz. Hastalıklar da yakanıza yapıştı. Yaşadığınız tüm tecrübe ve hayal kırıklıklarının sonunda “hayat zaten böyle bir şeydir” diye düşünüp “hayatım bitti” diyorsunuz.

Kızların kız-kıza gezdiği bir dünyadan geliyorsunuz. Kendi hikâyenizin sıradan olmasına göz yumuyorsunuz. Hayatta tek bir ilişki (evlilik) türü ile yetinmek zorunda kaldınız. Bir müzeyi bekleyen sessiz bir fare gibi yaşadınız, kaderinize hapsoldunuz.

Kültürsüzsünüz, konuşmayı beceremiyorsunuz. Yapmak istediğiniz hiçbir şey yok. Kapatıldığınız kafesten çıkmak için boşuna kanatlarınızı çırpıp duruyorsunuz. Hayatınız koca bir sıfır. Açlığın daimi olduğu bir dünyada, kıtlık ve fahiş fiyatlarla mücadele ediyorsunuz.

Geleceği kafasına takmayan, günü birlik yaşayan insanlardan oldunuz. Kendi ekseni etrafında turlayan küçük devlet memuru dünyasında yaşıyorsunuz. Zaten tüm tutkuları azgınlaşmasın diye budanarak bitkiye dönüşmüş bir insan olarak yetiştirildiniz.

Yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdunuz, zengin oldunuz ama o birisi olamadınız. Toplumsal basamağın en altından en üstüne çıkmanız en az üç kuşak alır; bu yüzden sadece bir ara nesil olmayı kabullenmek zorundasınız. Yani siz bir hiçsiniz çünkü birisi olmak için erken bir başlangıç yapmanız gerekirdi.

İş yerinizdekilerin çoğu mutsuz ve mutlu olan birkaç kişi ise neredeyse işine din gibi sarılmış. Hâlbuki insanın işi ile ilişkisi aşk hayatı gibidir, sevmiyorsanız bırakmalısınız. Ailenizde biri işçi, diğeri temizlikçi, öbürü işportacı, sanki aileniz sonsuza kadar en kötü işlerde çalışmaya mahkum edilmiş.

Yaşamınızı belirleyen karşılaşmalar bu kadar düşük profilli, yüzeysel ya da rutin olmasaydı, daha fazla kaliteli fikir alış verişi yapabilseydiniz, belki yaşamınız daha farklı olabilirdi.

Dünya değişir ama insanlar değişmez, bu yüzden açgözlülük ve bencillik hiç bitmez. Korkuyorsunuz ve en cesur işleri yaparken bile aslında hep kaçıyorsunuz. Kadın-erkek ilişkilerini çözemediniz. Bu makalede, insanın tarihini yani yaşadıkça değişmez yazgımızı ele alacağız.

İlişki türleri..

Tarihin pek çok döneminde, insanların erkenden ölmesi (ortalama yaş 30 civarında idi) sebebiyle evliliklerin üçte birini yakınını ikinci evlilikler oluşturmuştur. Kadınlara kocalarını başlangıçta ne kadar itici bulsalar da, evlendikten sonra onları sevmeyi öğrenecekleri söylenirdi yani nikâhta keramet vardı.

Ancak, on dokuzuncu yüzyılda bazı kadınlar bu olasılığın nikâhtan önce kendilerine kanıtlanmasını veya en azından sevdikleri konusunda evlenecekleri erkek tarafından ikna edilmeyi ister oldular. Bu gelişme ile birlikte erkekler, kur yapma sürecinin denetimini ellerinden kaçırdılar.

İnsanlar birbiriyle tanışmak ister ama bunun başka birileri tarafından ayarlanmasını bekler. İşte bu boşluktan aracı kurumlar, çöpçatan sistemi doğdu. Bu evlilikten arayışından çok çapkınlığın faaliyet alanı oldu.

Müphem cinsel çekimleri üzerinde çalışan Fransızlar; 18. ve 19. yüzyılda özel hayatta karışıklığa meydan vermemek için flört ve çapkınlık (gönül çelenlik) kavramlarını icat ettiler. Aşık kişi, mutlaka bir cinsel partner değil, bir hayran da olabilirdi. Zaten aşk yapmanın başlangıçtaki anlamı cinsel ilişkide bulunmak değil, kur yapmaktı.

Flört, romantik aşka yeni bir istikamet kazandırdı; seksin dâhil olmadığı bir çeşit seks ilişkisi. Sevişmenin hazırlık safhasının sevişme ile noktalanma zorunluluğu olmadan uzatılması ve sürdürülmesiydi. Ancak, gene de insanların büyük kısmı karşısındakini bir an önce ele geçirme telaşında olduğundan, flörtçüler de rol yapmakla suçlandılar.

19. yüzyılda diğer bir ilişki türü halvet oldu. Kadın bazen elbisesini beline kadar sıyırabilir veya çorap ve pabuçlarını çıkarabilirdi. Ama bu uygulama misafir odasında baş başa kalmak kadar tehlikesizdi. Halvet, misafir odası yatak odası kadar sıcak olmadığı için kışa özgüydü.

Kadınlar, taliplerine açılma sürecinde yeni keşifler yapmaya başlamıştı; açıklık ve samimiyet. Bu iki kavram, çiftler arasında neredeyse bir saplantıya dönüştü. Erkekleri hayatın anlamını sorgulamaya davet etmek, cesaret istiyordu. Erkekler ise kendilerini gerçek yüzleriyle göstermekten korkarlar.

Bazı kadınlar ideal aşk düşüncesine takıldılar ve bu onları geriye götürdü. Önce, taliplerinin hayranlığına layık olmadığından kaygılandılar, ardından onları yeterince tutkulu bir aşk ile sevmedikleri düşüncesine kapıldılar. Bu kuşku şu açıklamayı getirdi; “Sizi duygularımın tüm yoğunluğu ile sevemediğim hissine kapılıyorum.”

Kadınlar, metanetlerini büyük ölçüde kaybetmişti ve güven eksikliği en büyük azap haline geldi. Böylece, görünüşte kendine güvenen, buyurgan ve kararlı erkeklere hayran olma eğilimi nüksetti. Bu erkeklerin en önemli hazinesi ellerinde idi; kesinlik.

Ancak, erkekler sandıkları kadar güçlü ve muhakemesine güvenilir çıkmayınca kadınlar alt üst oluyordu; “Sen daha iyilerine layıksın, Leyla”. Sorun artık, sadece doğru erkeği bulmak değil, doğru zamanda yapmak ve sonsuz kadar olmasa da hiç değilse o an için birbiriyle çelişmeyen arzulara sahip olmaktı.

Böylece 1920’lerde Amerika’da ‘çıkma (dating)’ terimi moda oldu. Kızlarda çıkmanın yaşı gittikçe erkene giderken, emniyet duygusunun bir kenara bırakılmasının bedeli yüksek oldu. Sırada 1960’ların cinsel devrimi vardı.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için tıklayınız

Toplam 1798 defa okunmuştur.

Prof. Dr. Sait Yılmaz diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.