Burak Cop
Burak Cop - Demokrasiyi sol popülizm kurtarır

Demokrasiyi sol popülizm kurtarır

Muhabir, jeoloji profesörü Celal Şengöre soruyor: Size göre ideal yönetim nedir?

Şengörün yanıtı: Aristo bunun cevabını vermiş. İdeal yönetim monarşidir. Yani bir kişi veya grup olacak.

***

Aristo, Eski Yunanistanda yaşamış en önemli filozoflardan biri. Yaşadığı dönemin üzerinden 2300 yıldan fazla bir zaman geçti. Demokrasi, hoşlandığı rejim tipleri arasında yer almıyordu. Üstelik o dönemin demokrasi tecrübesi hem sınırlıydı, hem de monarşi, tiranlık vb. rejim tipleriyle karşılaştırıldığında görece kısa ömürlüydü.

Eski Yunan şehir devletlerinden yalnızca Atina kayda değer bir demokrasi deneyimi yaşadı. Yüz yıl kadar sürdü. Lakin bu yüz yıllık süre, şehir-devleti olarak Atinanın tarihindeki, reklam arasından hallice bir dönemdi. Yurttaşlar siyasal haklar bağlamında eşitti, devlet yönetimine dair söz hakları vardı ancak Atina nüfusunun yalnızca beşte biri yurttaştı. Zira yurttaşlık kadınlardan, kölelerden ve yabancılardan esirgeniyordu.

Demokrasi ne Aristonun ne de çağdaşı Platonun sıcak baktığı bir rejimdi. Aynen milli jeoloji profesörümüz gibi, onu ayaktakımının yönetimi olarak görürlerdi. Aristonun, tasavvurunda yarattığı ideal sistemin adı politea idi. Demokrasiyi de politeanın yozlaşmış biçimi olarak tanımlardı.

Aristoya göre erdemli yönetim biçimleri monarşi, aristokrasi ve politeaydı. Bunların dejenere olmuş halleri ise sırasıyla tiranlık, oligarşi ve demokrasi.

İnsanlık tarihinin bir çizgi üzerinde seyrettiği ve son tahlilde ileriye doğru gittiği görüşü, modernitenin ürünüdür. Ondan önceki yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca yaşam döngüsel bir şey olarak kabul edildi. Bunu Platonun siyasal rejimlerin evrimine dair şemasında da görürüz.

Ona göre ideal rejim aristokrasidir, başında da filozof kral vardır. Aristokrasi zamanla dejenere olunca timokrasiye yani askerlerin yönetimine dönüşür. Timokrasinin dejenerasyonundan oligarşi, onun çöküşünden demokrasi, onun bozulmasında da tiranlık doğar.

Her ne kadar Atina demokrasisi halkın genel ve eşit oy hakkı başta olmak üzere pek çok açıdan çağdaş temsilî demokrasiden uzak olsa da, Platonun demokrasinin tiranlığa dönüşmesine dair getirdiği açıklama binlerce yıl öncesinden günümüze ışık tutuyor:

Demokratik yollarla iktidara gelen demagog, kendini halkın has temsilcisi olarak sunar ve göz boyayan vaatlerle halkı kandırır. Bir noktadan sonra demagoga muhalefet edenler halkın düşmanı olarak etiketlenir ve baskıyla, sürgünle, hatta ölümle karşılaşır. Tabii bu arada hakiki düşmanlarının da sayısı arttığı için muhafızlarını güçlendirir ve bu yapı zamanla bir özel orduya dönüşür. Diğer devletlerle artan sürtüşme halkta güçlü lidere ihtiyaç hissini pekiştirir.

***

Demokrasinin, kendisinin altını oyan, dejenere olup başka bir şeye dönüşmesine yol açan ya da doğrudan varlığına son veren popülist veya faşist güçlerin eline düşmesini engellemenin yolu nedir peki? Şengör dejenere olmuş demokrasiyle bizatihi demokrasi arasında bir ayrım yapmıyor ve Trumpın seçilmesini, ABDde evrim karşıtlığının hortlamasını, Türkiyede lise müfredatından evrimin kaldırılmasını demokrasiye bağlıyor.

Hatta o denli elitist ki, lise mezunu adam dediği John Majorın vaktiyle İngiltere Başbakanı olabilmesini dehşetle karşılıyor. Zira Şengöre göre İngiltere Başbakanı olacak kişi ya Oxford ya da Cambridge mezunu olmalıdır. (Geçerken, Lordlar Kamarasının pratikte hâlâ önemli bir yasama gücüne sahip olduğunu sanmasının ve Alman üniversitelerinin nitelikli oluşunu da Almanyanın 1871e kadar irili ufaklı monarşilerden müteşekkil olmasıyla açıklamasının hayrete şayan olduğunu belirtelim).

Jeoloji profesörümüz bu görüşleriyle ancak ve ancak Türkiyedeki İslamcı ve tek adamcı popülizmin, parmağını uzatıp işte millete yabancı elitler böyledir diye gösterebileceği biri olabilir. 18inci Yüzyıl Aydınlanma filozoflarının güçler ayrılığı ve sınırlandırılmış iktidar erki tasavvurunun, Fransız Devriminin her çocuk/genç yurttaşa kitlesel cumhuriyetçi eğitim verme ilkesinin bile gerisindeki zihin dünyasıyla Şengör, siyasal düşünceler tarihi dersinin Antik Çağ bölümüne iyi çalışıp 17-18inci Yüzyıla gelince sıkılıp notları kenara atan bir lisans öğrencisine benziyor.

***

Kendisinden şu son alıntıyı yapıp Şengörü rahat bırakalım: Filozof Bertrand Russell bir gün gölde yüzerken, sahilden Başbakan Gladstoneun yürüdüğünü görüyor. Russellın ailesini ziyarete geliyor, seviyeye bak! Bu tip adamların yönettiği toplumlar çok başka oluyor.

19uncu Yüzyıl İngiltere toplumunun nasıl olduğunu biz söyleyelim: İşçilerin kadın çocuk demeden yeri geldi mi günde 16 saat çalıştığı, izbe yerlerde üst üste ve pislik içinde yaşadığı, erkenden öldüğü, kendini alkole vuran erkek işçilerin hane halkını dövdüğü, kadın işçilerin bedenini sattığı; intihar, fuhuş, dilencilik ve hırsızlığın yaygınlaştığı bir toplum.

Friedrich Engelsin tam da yukarıdaki manzarayı betimleyen İngilterede Emekçi Sınıfın Durumu (1845) adlı eserini değerlendirdiği yazısında Neil Faulkner, Marx, madde alanında (…) çelişkiler (tarihin gerçek lokomotifleri) var olduğunu fark etmişti deyip ekler: Düşünce, esasen maddi gerçekliklerin bir yansıması olmasıyla tali bir rol oynuyordu. Tarih ve siyaset, ancak (ideolojik değil) toplumsal ilişkiler açısından açıklanabilirdi. (…) Sırf özgürlük fikri, dünyayı değiştirmeye yeterli değildi.

***

İngiltereden öyle bir örnek çıkmasa da, 1850lerin Fransası, alt sınıfların desteğini alarak başa geçen popülist diktatörlerin tarihteki ilk örneği olan Üçüncü Napolyonu üretti. 2nci Dünya Savaşı sonrası Batı dünyasında egemen olan refah devleti kapitalizmi (ki emekçi halkın o sistemdeki tüm kazanımları tarihsel olarak solun mücadelesinin ürünüydü), aynı zamanda parlamenter demokrasinin de altın yıllarıydı.

Kapitalist dünyada gelir dağılımını bozan ve halkın çoğunluğunu güvencesizleştiren küreselleşme süreci aniden popülist/faşizan bir dalga doğurmadı, 90lı yıllar zaten piyasa ekonomisinin zafer ve iyimserlik dönemiydi, Batıdaki sol partiler bile kendilerini piyasanın ihtiyaçlarına göre hizaladılar. Ancak 2008 küresel kriziyle o devran sona erdi.

Günümüz koşulları, sağ popülist/faşizan gidişatı durdurmak ve demokrasiyi kurtarmak için sol politikaları zorunlu kılıyor. Daha net söylemek gerekirse sol popülizmi… Kısmen Kominternin 1930ların ortasındaki faşizme karşı halk cephesi formülasyonunu anımsatır bir kapsayıcılıkla; Trumpgillerin, Erdoğangillerin kurguladıkları seçkinler-halk ayrımını onların oyun sahasında geçersizleştirmeye çabalamak yerine farklı ve daha hakiki ayrımlar ortaya koymak gerekiyor.

Şunu demeye cüret etmek iyi bir başlangıç olabilir: Türkiyeyi inşaat, enerji ve maden baronları yönetmektedir; bu bir avuç vurguncu ile halkımız arasında çelişki vardır ve şatafatlı Saray rejimi de baronların temsilcisidir.   

Toplam 1280 defa okunmuştur.

Burak Cop diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.